Bugün evdeki tüm saatleri topladım. Yelkovanın ağır hareketleri, bana yaşanacaklardan ziyade, yaşanmışlıkların bıraktığı yaraları hatırlattığı için yaptım bunu. Ben tüm saatleri toplayıp atmadan önce, her geçen saniye; daha önce çok uğraştığım ama bir türlü hatırlayamadığım bir şarkının melodisini çağrıştırıyordu. Sahi o şarkının adı neydi?
Gidip kendime bir kahve yaptım ve camın önüne oturdum ve bana ulaşmaya çalışan yağmur damlalarını engelleyen cama sinirlendim. Camı açtım ve özgür bıraktım yağmur damlalarını ben de. Sonunda bana ulaşmışlardı. Kolumdan aşağı süzülürken, her adımda bir parçalarını bırakıp, yere düşmeden önce olabildiğince benimle olabilmek için uğraşıyordu her biri. Yağmur damlalarını mutlu edebilmiştim sanırım, ama kendimi mutlu edebilmek için yeterli olmadı bu. Hatırlayamadığım bir şarkının zihnimde kalan izleri, düşünmeme engel oluyordu. Zaten penceremin altındaki gürültü de izin vermiyordu düşünmeme. Onları duymamak için kalan zamanımı uykuda geçirmemi istiyorlardı çünkü. Sahi ne kadar zamanım kalmıştı? Anlamak için duvara baktım, ama göremedim saatimi duvarda. Ne kadar zamanımın kaldığını, bilmemi istemiyorlardı herhalde.
Rüzgârdan gıcırdayan oda kapısı düşüncelerimi duymama engel olmasa, ne kadar zamanımın kaldığı belki önemli bile olmazdı. O nedenle, yağmurla vedalaştım ve kapattım camı. Belki de açmazdım bir daha hiç. Kahvemden bir yudum aldım ve yalnız olmadığım için içimi tarif edilemez bir mutluluk kapladı. Ancak, etrafımdaki hiç kimse bana o şarkıyı hatırlamamda yardımcı olmuyordu. Herkes kendi dertleriyle, hüzünleriyle, mutluluklarıyla ve kutlamalarıyla o kadar meşgul, o kadar dalgınlardı ki, hiçbiri duyamazdı zaten benim her sabah uyandığımda duyduğum o belli belirsiz notaları.
Yoldan geçerken, insanları yalnızca durup dinlemeleri için durdurmak istiyordum, ama benimle birlikte gözlerini kapatıp dinleyebilecek tek bir insan yoktu etrafımda. Biliyordum, bir an için unutsalar yaşanmışlıkları, yaşayacaklarını, hırslarını ve tutkularını, onlarda duyabilirlerdi eminim, benim duyduğum belli belirsiz melodiyi. Belki aralarından biri çıkar ve hatırlardı bu şarkıyı. Dayanamadım, belki de katlanamadım bu duruma ve kendimi dışarı attım. Çıkarken paltomu hırsla çektim kendime doğru. Etiketi askıda kalmıştı paltomun. Anlamsız bir rahatlık çöktü üstüme, paltom özgür kalmış gibi hafiflemişti bir anda sanki elimde. Bu da yetmedi tabi kendi kafesimden kurtulmama. Kapıyı tüm gücümle çarptım ve attım kendimi dışarıya.
Kaldırımda yürürken insanların ayaklarını yere vuruşlarına sinirlendim. Su birikintilerini nereye sıçrattıklarına bakmadan yürüyorlardı çünkü. Paçalarına bulaşan çamura aldırmayacak kadar duyarsız, çıkarttıkları sesi duyamayacak kadar dalgın olmalıydılar. Durdurmadım onları, çünkü o kadar uzaktılar ki benden, onların benim şarkımı duymalarını beklemek haksızlık olurdu.
Parmak uçlarımda indim sahile kadar. Artık gece tamamen şehrin üzerine çökmüştü ve saat de muhtemelen geç olmuştu artık. Ne kadar vaktimin kaldığını anlamak için saatime baktım, ama saatim kolumda değildi. Bir yerlerde unutmuştum herhalde. Üstünde çok durmadım. Gelebilirdi insanın başına böyle şeyler. Yoluma devam ederken, oltasının kancasından sarkan küçük bir balığı, mutlulukla seyreden bir adama imrendim. Ne kadar küçük şeylerle mutlu olabiliyormuş meğer insan. İzin verdim mutlu olmasına ve iskeleye doğru yürüdüm. Ayaklarını iskeleden sarkıtmış bir kadın çekti dikkatimi. Gittim ve yanına oturdum.O gece saatlerce denizi izledim tanımadığım bir kadınla. İkimizde bir şeyleri paylaşıyor olmanın sevincini yaşıyorduk.
Dalgalar çok eğlenceli canlılarmış. Birbirlerinin üzerinden atlayarak oyunlar oynamaları ve kendilerine yetişemeyen arkadaşlarına bir köpürüp bir durulmaları görülmeye değerdi gerçekten. Bana önceleri bildiğime inandığım bir şarkıyı ancak onlar hatırlatabilir diye düşündüm. İlk kez o an umutlandım, uzun bir zamandan sonra. Tüm gücümle bağırdım onlara, benimle birlikte dinlesinler diye. Oyunlarına ara vermediklerine göre duymuyorlardı sanırım beni. Uzandım dalgalara doğru sorularımın cevaplarını alabilmek için, ama ben onlara değemeden bir anda kolumdan yakalayıp çekti beni bir el. Gözlerimin ardına doğru baktı o an bir çift göz. Sustum. Dudaklarım mühürlendi ve tek bir kelime dahi söyleyemedim. O konuştu sonra ve bana aradığım şeyi dalgalarda bulamayacağımı söyledi. Gözlerinin ardındaki yaşanmışlıklardan bir şeyler bildiği belliydi. O da benim gibi anlamsız bir melodinin peşindeydi belki de. Bir damla yaş düştü kadının gözlerinden sonra ve elindeki fuları koklamaya devam etti. O da uzun zamandır duymadığı bir kokuyu, eski eşyalarda aramaya çalışıyordu sanırım. Tüm gece, başka tek bir kelime dahi etmedi o kadın bana. Bekledim belki yardımcı olabilir bana diye, ama olmadı.
Ayağa kalktım ve hiçbir şey söylemeden gözlerimle veda ettim kadına.
Yine sokaklara döndüm. Tam da bıraktığım gibiydi sokaklar hala; dalgın, düşünceli ve yalnız. Belki biraz daha aydınlıktı yalnızca bıraktığımdan. Yağmur sonrası dağılan bulutların ardından, birkaç ışık demeti sızıyordu sokak lambalarının altına. Onlardan birine takıldı gözüm. Ben de takip etmeye karar verdim. Başımı öne eğdim ve başladım takibe. Yolda giderken bir demet, tek bir çizgi oldu gözlerimin önünde ama bırakmadım takibi yol boyunca.
Her adımımda sanki kemanların sesi daha çok belirginleşiyordu. Hatta birkaç adım sonra davul seslerini bile duyar gibiydim. İçim umutla doldu, hızlandırdım adımlarımı. Günün ilk ışıklarından birinin peşine takılmış, hızla koşan bir deli gibiydim artık, ama içim hiç bu kadar umutla dolmamıştı daha önce; o yüzden vazgeçmedim, vazgeçemedim. Kaybedemezdim bu çizgiyi o kadar aradıktan sonra. Hava tam anlamıyla aydınlanmadığı için başka bir ışık da bulamazdım şimdi, başka çarem yoktu. Hem zaten saati de bilmiyordum. Sahi ne kadar vaktim kalmıştı acaba?
Adımlarım hızlandıkça, kulaklarımda bir piyano sesi de belirginleşmeye başlamıştı. Bunu görmezden gelemezdim. O yüzden gözümü çizgiden ayırmadan koşuyordum hızla. Koşarken birkaç kişiye çarpmış olmalıyım. Sanırım beni durdurmaya çalışıyorlardı, ama başaramadılar. Birkaç kez sendelememe rağmen düşmedim yere. Koşmaya devam ettim, durmadım, duramazdım. Hiç durmamak istercesine koşuyordum, çünkü artık duyabiliyordum o şarkıyı tamamen. Geriye yalnızca hatırlamak kalmıştı.
Bir anda irkildim ve durdum. Çizginin sonuna gelmiştim artık. Müziğin sesi gittikçe uzaklaşıyordu benden. Umutsuzluğa kapıldım, ama vazgeçemezdim. Hatırlamaya bu kadar yaklaşmışken bırakamazdım arayışımı. Başımı aniden yana çevirdim bir sıcaklık hissedince ve son bir nota duydum o an. Bir çift sarı gözün beni baştan aşağı aydınlatışıyla taçlandırılmış son ve uzun bir nota çınladı kulaklarımda. O bir çift göz itti beni tüm gücüyle bir anda. Yolda sürüklenirken çıtırdayan kemiklerim ve sızlayan burnumu dahi hissetmiyordum ama.
Durduğumda uzanıyordum yolda boylu boyunca. Ne etrafımda toplanmış bana bakan insanlar, ne de başımın arkasından yola doğru akıp giden sıcaklık önemliydi o an benim için. Gözlerimin etrafına hafif bir sis çöktü ve hissedebiliyordum hafifçe kapandıklarını. Ama artık hiçbir önemi yoktu tüm bunların. Artık ne saniyelerin yarattığı ızdırap, ne bana ulaşmaya çabalayan o yağmur damlaları, ne iskelede gözü yaşlı bıraktığım bir kadın, ne de ne kadar vaktimin kaldığı önemliydi benim için. Gözlerim kapanırken, yüzümde ilk kez bir tebessüm oluştu, çünkü artık hatırlıyordum; uzun zamandır hatırlayamadığım bir şarkıyı.
Furkan Saatcioğlu